Güzel Atlar Ülkesi; Kapadokya

 

Orijinal ismi farsça KATPA TUKA olan, daha sonra Roma ve Bizans döneminde CAPPADOCIA olarak adlandırılan ve sonrasında günümüze KAPADOKYA olarak gelen bu bölgenin isminin anlamı Güzel atlar ülkesi’dir. Persler, Romalılar ile yaptığı savaşlar neticesinde Nevşehir, Kayseri,Niğde,Aksaray ve Kırşehir’i kapsayan bölgeyi ele geçirmişler, ganimet olarak çok güzel ve çok iyi yetişmiş atlara sahip olmuşlardır. Ele geçirdikleri atların güzelliğinden dolayı da bölgeye Katpa Tuka – Güzel Atlar Ülkesi demişlerdir.

Günümüzde Kapadokya’yı ilgi çekici hale getiren ise adını aldığı atlar değil, peri bacalarıdır. 60 milyon yıl önce, 3. Jeolojik devirde yükselen Toroslar üzerindeki yanardağların kuzeydeki Anadolu Platosunun sıkıştırmasıyla faaliyete geçmesi ve püskürttüğü lavların küllerinin bölgede yumuşak bir tüf tabakası oluşturması sonrasında yağmurların ve rüzgarların da bu tabakayı aşındırması ile meydana gelmiştir peri bacaları. Bu kadar tekniğe girmek istemeyen insanlarımız ise çeşitli efsanelere dayandırmışlardır peri bacalarının oluşumunu.

Bunlardan bir tanesine göre;

Zamanın birinde dünyada korkunç devler yaşarmış. İnsanlar bu devlerden çok korkarlar ve onları kızdırmamaya çalışırlarmış. Belli dönemlerde de dağların zirvelerindeki sunaklarda toplanıp devler kimseye zarar vermesin diye dualar ederlermiş. Tüm bu dualara rağmen bazen bu devler insanlara kızar ve kızdıkları zaman da oturdukları dağların tepesinden insanların üzerine korkunç gürültülerle ateş dalgaları gönderirlermiş.

Bir gün periler ülkesi padişahının yolu bu insanların ülkesi olan Kapadokya’ya düşmüş. Peri padişahı yaşananları görmüş ve insanlar için çok üzülüp onlara yardım etmeye karar vermiş. Tüm perilerini çağırıp “Eğer biz zalim devlerin yaşadığı dağların ateşini söndürebilirsek devler de yerin altına kaçar ve insanları bir daha rahatsız etmezler” demiş. Binlerce peri ellerindeki kar ve buz tanelerini fokurdayan ateşe atmaya başlamışlar. Günlerce devam eden bu ateşe kar ve buz atma neticesinde ateşi söndürmüşler. Ateşleri sönen devler perilerden korkup yerin derinliklerine kaçıp saklanmışlar. O günden sonra da insanlar ve periler arasında çok sıkı bir dostluk oluşmuş. Bu dostluk uzun yıllar devam etmiş. İnsanlar kayalara oydukları mağaralarda yaşarken periler de sivri kayalıkların üzerlerindeki küçük odacıklarda yaşamışlar.

Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Periler padişahının güzeller güzeli kızı Gülperi, rüyasında insanlar padişahının yakışıklı oğlu Revan’ı görmüş. Gülperi, uyandıktan sonra Revan’ı bulmuş. Revan da Gülperi’ye ilk görüşte aşık olunca evlenmek istemişler ancak insanlar bu evliliğe karşı çıkmış ve evliliği engellemek için perilerle savaşmaya karar vermişler. Periler padişahı bu durumu öğrenince savaşıp insanları yok etmektense birlikte yaşadığı insanlardan ayrılmayı tercih etmiş. Ancak ayrılınca insanların devlerle baş edemeyeceğini düşünmüş ve emrindeki tüm perilere güvercin olmalarını emredip bulundukları yerde kalmalarını söylemiş. Gülperi de insanlar ve halkı arasındaki savaşa engel olmak için babasının isteğini yerine getirerek beyaz bir güvercine dönüşmüş. Hergün odasından çıkıp Revan’ın odasının penceresine konuyormuş. Revan da penceresine konan güvercini avuçlarına alıp Gülperi’ye duyduğu özlemi onu şefkatle sevip okşayarak gidermeye çalışıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş..

Yanardağlardan çıkan lav ve külleri bir aşk hikayesi ile harmanlasak, içine biraz da mistik öğeler eklesek bundan iyi bir hikaye yaratamazdık herhalde..

Bir diğer efsane ise şöyle anlatır peri bacalarını..

Yine zamanın birinde Göreme dolaylarındaki köylerden birisinde çalışkan mı çalışkan, becerikli mi becerikli bir adam yaşarmış. Tarlalarını öyle bir ekip biçermiş ki, fındık kadar taş bırakmazmış toprakta. Civar köylerdeki en güzel, en ballı üzüm veren bağ ondaymış. Ayrıca güvercinliğine de çok önem verirmiş. En bakımlı güvercinliğe yine bu adam sahipmiş.

Güvercin o dönemlerde çok önemli bir hayvanmış. Peri bacalarının üzerine ve dik yamaçlara oyularak yapılan yuvalara binlerce güvercin girip çıkar, halk kutsal olduğunu düşündüğü için güvercin etini yemez ama gübresinden yararlanırmış. Bağlara, bahçelere, tarlalara güvercin gübresi atılır, tohumdan 1 e 100 mahsül alırlarmış. Altın kadar değerliymiş bu güvercin gübreleri.

Kısaca bu adamın her şeyi varmış. Kimseye karışmadan, kimseden bir şey beklemeden geçinip gidermiş. Çalışmak dışında bir uğraşı da yokmuş. Köylüler, bu adamı devamlı işinin başında görürmüş. Bu adamın bir diğer özelliği ise her işini kendisinin yapmasıymış. Eşini ya da kızını tarlada çalıştırtmazmış.

Aradan yıllar geçmiş, adam zamana yenilip yaşlanmış. 80 yaşlarına geldiğinde her zaman yaptığı gibi şafakla birlikte tarlasına çalışmaya gitmek istediğinde yataktan kalkamamış. Elleri, ayakları tutuyor lâkin yerinden kalkacak gücü bulamıyormuş. Sürüne sürüne kulübenin önüne gelip “yazık olduğu emeğime, kuşlar yiyecek mahsülümü” demiş. Akşama kadar kalakalmış kulübesinin önünde. Gece olup yıldızlar gökyüzünde belirince birden ellerinden ışıklar çıkan bir çok adamın peribacalarından dışarı çıktıklarını görmüş. Bu adamlar 4 bir yandan gelerek adamın tarlasına doluşmuşlar. Tarladaki ekini toplamışlar, tarlayı sürmüşler. Uzaktaki Erciyes dağının doruğundan güneş kendini gösterince de geldikleri gibi bir anda yok olmuşlar.

Ertesi akşam yıldızlar gökyüzünde belirdiğinde eli ışıklı bu adamlar yeniden tarlaya gelmişler. Harmandaki ekinleri dövüp savurmuşlar, satılmaya hazır hale getirmişler. Güneş çıkar çıkmaz da ortadan kaybolmuşlar.

Tüm bunları şaşkınlıkla izleyen adam, o gün kendinde biraz daha güç bulmuş. Eşeğine binip köye gitmiş, ekinler için çuval satın almış. Kulübesine dönüp satın aldığı çuvalları satılmaya hazır hale gelmiş ekinlerin yanına bırakmış. Gece olunca elleri ışıklı adamlar yeniden belirip çuvalları doldurmuşlar ve köye kadar taşımışlar. Köy ambarının deliğinden içeri dökmüşler.

Perilerin dostu çiftçi dayının keyfi yerine gelince dinçleşmiş, güçlenmiş. Ne var ki bundan sonra her işini periler yapmış. Kendisi elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış. Ekini periler ekip periler kaldırmış. Bağları, güvercinliği periler evirip çevirmiş. Konu komşu “bu kadar yaşlı bir adam bunca işi tek başına nasıl yapabiliyor” diye meraklansa da tek kelime alamamışlar adamın ağzından. Çalışkan, iyi kalpli, kötülük nedir bilmeyen adam peri dostlarının yardımıyla ölünceye kadar rahat bir hayat sürmüş ve iyi biri olmasının mükafatını almış…

Anadolu.. Efsaneler diyarı.. 100 Köye gitseniz, 1000 farklı efsane duyarsınız..

Kapadokya konaklama için sizlere bir çok seçenek sunan bir bölge. Lüks otellerde kalabileceğiniz gibi konaklarda ya da Cave otel olarak adlandırılan mağara otellerde kalabilirsiniz. Bölgenin otantik havasını yakalamak için lüks otelleri bir kenara bırakıp konaklarda kalmayı tercih etmenizi kesinlikle tavsiye ederim. Cave oteller ise biraz şans işi.. Geçmiş dönemlerde bu mağaralar ahır olarak kullanıldığından bazı otellerde koku sorunu yaşanmakta. Tercihinizi Cave otel olarak yapmadan önce bu konuyu iyi araştırmanızda fayda var.

Kapadokya gezinize Güvercinlik vadisi ve Uçhisar’dan başlayabilirsiniz. Uçhisar kalesi tüm şehre hükmeden konumu ile gerçekten görülmeye değer. Nevşehir civarında görebileceğiniz Develi Amorf – Deve şeklinde kaya oluşumu ve onun hemen yanındaki Yılan Başı ve Meryem Ana’ya benzer kaya oluşumu gerçekten ilgi çekici oluşumlar.  Şarap seviyorsanız, yol üzerinde bulunan Turasan bölgesinde hem tadım hem de alışveriş yapma imkanınız mevcut.

Kısa bir Nevşehir turu sonrası biraz nefes almak için Avanos’tan geçen Kızılırmak kenarı kaçırılmaması gereken bir yer. Sakinliği, dinginliği ile günün ve yolun yorgunluğunu adeta söküp alıyor ayaklarınızdan.. Kızılırmak’ta biraz dinlendikten sonra Çavuşin’de bulunan Seramik Atölyelerini gezebilir, seramik sanatının nasıl icra edildiğini canlı olarak izleyebilirsiniz.

Çavuşin sonrası bir döneme damgasını vurmuş, milyonları ekran başına toplamış, Özcan Deniz ve Nurgül Yeşilçay’ın başrollerini üstlendiği Asmalı Konak dizisinin öznesi, Asmalı Konak’ı ziyaret edebilirsiniz. Cüz’i bir ücret karşılığında giriş yapılan bu konak içerisinde yaşanmayan, tamamen turistik hale getirilmiş ve kısmen de olsa dizi sahnelerindeki dizaynını koruyan bir yapıya sahip. Asmalı Konak dönüşünde 3 Güzeller olarak ünlenmiş, başlı başına bir efsanesi olan kaya oluşumunu da görmeden geçmemelisiniz. Özellikle sabah saatlerinde ya da akşamüstü saatlerinde burada iseniz, gökyüzündeki balonlar ve 3 Güzeller gerçekten çok güzel bir fotoğraf karesi sunuyor sizlere..

Kapadokya’ya gelmişken Nevşehir’de bulunan Hacı Bektaş-i Veli’ye uğramadan geçmemek gerekir. 1248 – 1337 Yılları arasında yaşamış olan Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli büyük Türk – İslam düşünürüdür. Türkistan’ın Horasan şehrinde doğmuş ve Hoca Ahmet Yesevi okulunda matematik, felsefe ve diğer bilimleri okumuştur. İran, Irak, Arabistan ve Suriye’yi gezdikten sonra Anadolu’ya gelmiş ve eski adı Sulucakarahöyük olan bugünkü Hacıbektaş’a yerleşmiştir. Burada, tecrübelerinden doğan düşüncelerini yaymaya başlamış, öğrenciler yetiştirmiş ve Hakk’a yürümüştür. Hoşgörü, barış, insan sevgisi ve eşitlik ilkeleri üzerine kurulu olan düşünce sistemi halen insanlığa ışık tutmaktadır. sosyal düşünceleri kendisinden 600 yıl sonra 1923’te Mustafa Kemal Atatürk tarafından hayata geçirilmiştir. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli düşünce ve öğretisi 10 Aralık 1948’de kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” ile aynı anlayışı aksettirmektedir.

Kapadokya otantik yemekler konusunda da ziyaretçilerine unutulmayacak hazlar yaşatıyor. Avanos’ta bulunan ve yeraltındaki dev mağaralardan oluşan Uranos restaurant mutlaka uğramanız ve testi kebabını tatmanız gereken yerlerden biri. Aynı anda 2000 kişiyi ağırlayabilecek kapasiteye sahip bu mekana akşam yemeğine gitti iseniz, her tür halk oyununu, Kafkas danslarını, karadeniz oyunlarını izleyebileceğiniz gösteriler ile gecenizi unutulmaz kılıyor.

Kapadokya’yı meşhur eden yerlerden bir tanesi de Göreme açık hava müzesi. Kayalara oyulmuş kiliselerden, mezarlardan oluşan bu doğal müzedeki oluşumların içerisindeki duvarlara resmedilmiş figürler günümüze kadar ulaşmış. Bölge, Hristiyanlardan sonra Müslümanların kontrolü altına alındığında duvar resimlerinde gösterilen Hz. İsa ve diğer kişilerin gözleri, baş bölgeleri oyulmuş. Müze içerisinde ayrı bir girişi bulunan, ek ücretle girilen, uyarılara rağmen flash kullanarak duvar resimlerine zarar veren kullanıcılar yüzünden fotoğraf çekilmesinin yasak olduğu karanlık kilise, duvar resimleri bakımından bölgede en iyi durumda olan kilise.

Kapadokya’nın bir diğer görülmesi gereken yeri ise yer altı şehirleri. Düşman istilasından kaçmak için yer altına oyulmuş, 4 bir yana kilometrelerce uzanan bu şehirlerin en büyüğü derin kuyu yer altı şehri. Uca bucağı, kaç tane girişi halen tam anlamıyla belli olmayan, daracık koridorlar ve yerin 7-8 kat altına inen bu şehirlerde binlerce insanın ve hayvanın nasıl yaşadığı tam bir soru işareti. Yüksekliği yer yer 1.5 metreye inen, 2 kişinin yan yana yürümesinin imkansız olduğu bu şehir adeta bir labirent olarak dizayn edilmiş. Kapalı, dar ve basık ortamlarda bulunmak sizi rahatsız ediyorsa, havasız ortamlar sağlık sorunu oluşturuyorsa alt katlara inme konusunda iyi düşünmenizde fayda var.

Derinkuyu yer altı şehrinin hemen yanında bulunan Aziz Theodoros Trion Kilisesi ( Türkçe adı ile üzümlü kilise ) tüm heybeti ile ziyaretçilerini bekliyor. Bu kilisenin en büyük özelliklerinden bir tanesi, ön kapının her 2 yanında bulunan hareketli sütunları. Bu sütunlar inşa edildiği tarihten günümüze kadar inşa edilme mantığını korumuş durumda. Çevirdiğiniz zaman dönebilen bu sütunların yapılış amacı, binada herhangi bir hasar ya da çökme tehlikesi var ise sıkışması ve dönmemesi sayesinde içeriye girmek isteyenleri bu tehlikeden haberdar etmesi. Kilisenin biraz ilerisinde yer alan üçgen cami ise değişik mimarisi ile yolu buraya düşen ziyaretçilerin görebileceği bir başka nokta olabilir.

Ihlara vadisi gerek boyutları, gerekse içerisinde yer alan taşa oyma kiliselerle mutlaka uğramanız gereken yerlerden biri. Uzun ve dik merdivenlerden inilen vadi içerisinde irili ufaklı bir çok kilise bulunsa da Yılanlı Kilise, Ağaçaltı Kilisesi, Sümbüllü Kilise ve Kırkadam Altı Kilisesi öne çıkan kiliselerden. Genellikle Haç şeklinde bir mimariye sahip olan bu kiliselerin duvarları da çeşitli duvar boyamaları ile süslü. Duvarlarda resmedilen karakterlerin gözleri ve baş kısımları maalesef Göreme açık hava müzesindekiler gibi oyulmuş durumda. Ağaçaltı ve Kırkadam altı kiliselerin duvar boyamaları diğer kiliselere göre daha iyi durumda olduğundan buralarda fotoğraf çekimi yasak. Kiliseleri gezdikten sonra sizleri tam anlamıyla bir doğa yürüyüşü bekliyor. Kuş sesleri, gürül gürül akan melendiz çayı, yemyeşil bir doğa adeta ruhunuzu dinlendiriyor.

Kapadokya’ya gelmişken balon turu yapmadan dönmek olmaz. Hava koşulları müsait ise sabah erken saatlerde, günün ilk ışıkları ile havalanıp bu eşsiz periler diyarını gökyüzünden, diğer balonların posterimsi görüntüsü eşliği ile görmek gerçekten tadına doyulmaz bir deneyim. Bu gezi esnasında çekeceğiniz fotoğraflar ise, duvarınıza asılacak kadar büyüleyici olabilir.

Gezmekle kolay kolay bitmeyecek, 1 haftanın her yeri tam anlamıyla sindirmek için asla yetmeyeceği bir başka dünya Kapadokya. Tabir-i caiz ise her taşın ayrı bir hikayesi olduğundan işinin ehli bir rehber ile gezilmesinde fayda var. Tatili “dinlenmek” olarak nitelendiren kişilerin uzak durması ya da Kapadokya tatili akabinde 3-4 günlük bir dinlenme tatili planlaması gerekecek kadar yorucu olduğunu belirtmekte fayda var..