City Of Angels: Bangkok
Bangkok… Ya da “Melekler Şehri” anlamına gelen yerel adıyla Krung Thep…
Uçaktan adımınızı atar atmaz alışık olmadığınız, kötü bir koku ve havaalanının karmaşası karşılayacak sizleri. İstanbul’un hızına ve karışıklığına alışkın olanlar için bu karmaşa pek sorun olmasa da koku gerçekten kolay alışılabilir bir seviyede değil.. İşin kötüsü, herhangi bir dükkanın ya da yerin yanından geçerken hissedeceğiniz anlık bir koku da değil.. Otelinden restaurantına, alışveriş merkezinden tapınağına kadar tüm şehre hakim bu kötü koku.
Bu duygular ile havaalanından ayrıldığınızda yoğun trafik ve her bir trafik ışığını yaklaşık 5 dakika bekleme gibi bir sürprizle karşılaşıyorsunuz. İlerleme imkanınız olmadığından bardağın dolu tarafından bakmaya çalışıp etrafı inceleme fırsatı yaratıyorsunuz kendinize..
Bangkok’da yönetimde ordu var. Lâkin tabir-i caizse yönetimde olan orduyu pek kaale alan yok. Hayat, olağan şekilde akmaya devam ediyor. İnsanlar ordu öncesi her ne yapıyorsa ordunun yönetiminde de onu yapıyor. Kralın ve ailesinin devasa fotoğrafları her yerde. Din burada gerçekten çok baskın bir olgu. Neredeyse her evin önünde küçük birer tapınak maketi duruyor. İnsanlar, inanışları gereği bu maketlerin önüne çiçek ya da meyve bırakmayı ihmal etmiyor. Enteresan olan şudur ki, giyecek ikinci bir pantolonu olmayan kişiler bile bu ritüelden geri kalmıyor. Evlerin haricinde devasa ve inanılmaz işçiliğe sahip tapınaklar, buda heykelleri adım başı karşınıza çıkıyor.
Şehrin en ünlü 2 buda heykelinden biri 3,5 ton saf altından olan “Oturan Buda” heykeli. Bu heykelin değişik bir de hikayesi mevcut. Savaş zamanında bu heykel işgalcilerin eline geçmesin diye betonla kaplanıp sokak arasındaki köhne bir tapınağa konmuş. Aradan yıllar geçip bu durumu bilen herkes öldükten sonra da unutulmuş. Tapınak yeni yerleşim planı sebebi ile yıkılırken bu buda heykeli farklı bir yere taşınmak istenmiş, taşıma esnasında betonu kırılıp içindeki 3,5 ton saf altın heykel tesadüfen ortaya çıkmış.. Bir diğer ünlü buda heykeli ise metrelerce uzunluktaki yatan buda heykeli. Bu heykel de altın varakla kaplı olsa da diğeri gibi som altından değil. Şehir adeta bir tapınaklar cenneti. Gökdelenlerle yarışacak boyuttaki ve görkemdeki tapınaklar tüm şehri kaplıyor. Ülkenin ve halkın fakirliğine adeta kafa tutuyor bu devasa, gösterişli mekanlar.
Fakir olmak buranın insanları için bir sorun değil. Yıkılmak üzere, derme çatma, camsız – bacasız evlerde yaşayan bu insanlar hallerinden oldukça mutlu. Tüketim toplumu olmayı reddetmişler ve “bana yeten 1 adet bardağım varsa, 2. ‘yi neden alayım” mantığını benimsemişler. Fakirler ve zenginler iç içe.. Devasa gökdelenlerin hemen yanında teneke parçalarından ev yapmış insanlar gözden kaçmayacak bir tezatlık oluşturuyor. Fakirlik, şehrin gelişmemesinde de kendini göstermiş. Eski İstanbul’da rastladığımız, direkler üzerinden transfer edilen elektrik ve telefon kabloları Bangkok’da da karşımıza çıkıyor. Kat kat yerleştirilmiş, dağınık, ucu bucağı belli olmayan milyonlarca kablo şehri adeta örümcek ağı gibi sarmış durumda. Bangkok’ta 2 tip ulaşım aracı bulunuyor. İlki pembe taksiler, ikincisi ise tuk tuk diye adlandırılan arkası açık ve 3 tekerlekli triporter. Vasat yol tutuşa sahip olmasına rağmen şoförlerinin epey hızlı kullandığı bu tuk tuk’lara binmek biraz cesaret isteyebiliyor. Şehir, Venedik kadar olmasa da kanallar cenneti. Ortasından geçen nehir ve bu nehrin kollarının oluşturduğu kanallarda hem ulaşım hem de ticaret yapılıyor. İrili ufaklı kanal tekneleri nehir üzerinde cirit atıyor. Teknelerin burun kısımlarındaki taze çiçekler ise her ziyaretçinin dikkatini çeken bir ayrıntı. Tahmin edebileceğiniz gibi bu çiçeklerin orada bulunması da tanrılar için bir ibadet..
Bangkok melekler şehri olduğu kadar taklit malların da cenneti.. Aklınıza gelebilecek neredeyse her ürünün taklidini burada bulabilirsiniz. Sıradan, köhne bir dükkan olarak gördüğünüz yerin üst katları son derece modern görünümlü bir sahte saat dükkanı olabilir. Sahte malların da fiyatına göre değişik kalite opsiyonları var lakin en iyisinin bile pek başarılı olduğu söylenemez. Pazarlık bu bölgenin olmazsa olmazı. Ağzınızın biraz laf yapması %75 indirim almanız için yeterli. Tikwood Sanatı, Bangkok’a özel bir ağaç oyma sanatı. Tik ağacını oyarak muazzam sanat eserleri çıkarıp ağaçlara adeta yeni bir yaşam katıyor Bangkoklu ustalar.
Yemek, alışık olmayanlar için ciddi bir sorun. Ancak subway, KFC, 7 Eleven gibi alternatifler de mevcut. Dışarıda yemek yerken masanıza, burnunuzun dibine uzatılan kızarmış akrep sticklerine hazır olmalısınız. Bangkok’ta mutlaka ziyaret etmeniz gereken restaurant ise “if it swims, we have” sloganı ile ünlenen seafood market. Kral Yengecinden çeşit çeşit ıstakozlara, kalamarlara kadar her tür deniz canlısını taptaze ve bir çoğu canlı şekilde bulabileceğiniz bu restauranttaki deneyiminizi hayat boyu unutamayacaksınız. Fiyatlar ise elbette tüm Bangkok’ta olduğu gibi son derece ucuz.
Masaj salonları bu bölgenin en cezbedici mekanları. Kalitelisinden sokak ortasında yapılanına kadar çeşit çeşit salon mevcut. Bu çeşitler arasında çeşit çeşit masajlar olduğunu da unutmamak lazım. Fiyatlar ise inanamayacağınız kadar ucuz. 1 saatlik bir masaj karşılığında sadece 200-300 baht yani 9 USD civarı bir ödeme yapıyorsunuz.
Masaj demişken, Bangkok sex turizminin de cenneti. Şehrin bir görünen yüzü var, bir de görünmeyen yüzü.. Görünmeyen yüzünün de tabir-i caiz ise A’sı, B’si, C’si mevcut.. Buralarda aklınıza gelen gelmeyen her tür fantezinizi gerçekleştirebilirsiniz.. Sınır yok, limit yok.. Cebinizde yeterli para olması kâfi. Uçsuz bucaksız bu dünyaya pek bulaşmak istemiyor ama neler olduğunu merak ediyorsanız, ufak bir teaser olarak değerlendirebileceğiniz ve 1 içki dahil 800-900 Baht ödeyerek girebileceğiniz Ping Pong Show isimli gösteriyi izleyebilirsiniz.
Aklınıza gelebilecek her şeyin iç içe ve karman çorman olduğu bir şehir Bangkok.. Ancak bu karışıklık beklenmedik bir şekilde farklı güzellikler, ilginçlikler ile karşılıyor ziyaretçilerini.. Kim bilir belki gerçekten de melekler dokunuyordur Bangkok’a…